Bir Kare Fotoğraf

Ömrü gurbette geçmiş bir Gümüşhaneli olarak özellikle Gümüşhane dışındaki hemşerilerimizi, Gümüşhanemizin insani ve de sanatsal değerlerini daha yakından tanıma şansını Volkan Şenel kardeşim sayesinde yakalamış oldum. Gümüş Ufuklar Dergisinin ilk sayısı elime geçtiğinde tıpkı çölde susamış bir insanın bir yudum suya kavuştuğundaki mutluluğunu yaşamıştım. Bir gün benimde bu dergide sizlerle paylaşacağım hasretlerin olduğunu hep içimde taşımıştım.

Bende sizler gibi şirin memleketimi 2-3 yaşlarında terk etmiştim. O günlerden aklımda yalnızca 3 şey kaldı. Bunlardan birincisi Ankara'ya sabaha karşı vardığımızda anneme "anne bu Angara' nın da yıldızları niye hep yerde" diye soruşum. İkincisi, bibimin söylediği "Makinem geliyor önü kırmızı, Siteler yolunda eğledi bizi...". Bibim şu anda Stutgart' ta yaşıyor. Maalesef felek onu sonradan daha da ötelere attı. Ziyaretine gittiğimde "Bibi, THY geliyor amblemi kırmızı, Stutgart yollarında eğledi bizi" diye de türkü yaktın mı? diye sorduğumda o gün doğaçlama söylemiş olduğu iki dizeyi hiçmi hiç hatırlamıyor. Ama ben o dizeleri çocuk aklımla çok net olarak tıpkı bugünkü gibi anımsıyorum. Üçüncüsü ise kardeşimin süt şişesini tükana (bakkal) verdiğimde tükan sahibinin bana para verişi... Babama bunun nedenini sorduğumda o paranın şişe depozitosu olduğunu ne kadar anlattıysa da çocuk aklımla bir türlü anlayamamıştım.  Bu gün hala Gümüşhane' den Ankara' ya gelirken Mamak' a geldiğimde öncelikle hep bu üç olayı anımsarım ve içim bir tatlı burkulur, gözlerim buğulanır.

Küçüklüğümden beri hep sıla ve gurbet kelimelerinin anlamlarını birbirine karıştırırdım.  Ne zamanki bu iki kelime arasında farkı algılamaya başladım bu kez yüreğimin sol alt köşesinin diğerine göre daha fazla ağrıdığını hissetmeye başlamışımdır. Büyüdükçe bir şeyin daha iyi farkına vardım. Meğerse sılayı, gurbeti ve hasreti sadece ben değil tüm Gümüşhaneli hemşerilerimiz yaşıyormuş. Gurbet bizlerin kaderiymiş dostlar. Daha anamızın rahmine düştüğümüz anda bizim alnımıza gurbet   yazılıyormuş da biz bunun farkında değilmişiz.

Acılar insanları hırslandırır, mücadeleci yapar ve olgunlaştırırmış. Gerçekten de öyle. Bugün değil Türkiye' nin 81 vilayeti dünyanın neresine bakarsanız bakın orada mutlaka bir Gümüşhaneli hemşerimiz mutlaka vardır. Bunlar asla kaderine boyun büküp, sitemini feleğe havale etmemiştir. Yaşama inat, mücadele etmiş, bulundukları ülkeye, vilayete, çevrelerine örnek insanlar olmuşlardır. Ancak bu güzel insanlarda gözlemlediğim tek bir olumsuzluk "Mum dibine ışık vermez" misali birbirlerine pek fazla destek olmamalarıdır. Buda bizim negatif hasletimiz olsa gerek.   Son yıllarda büyük bir atağa kalkmış şekilde devam eden sivil örgütlenmeler sayesinde bu olumsuzluğun üstesinden  çok kısa zamanda geleceğimize de inanıyorum.

İnsanoğlu diğer canlılardan çok farklı bir yapıya sahiptir. Dünyanın neresinde olursa olsun  doğduğu toprakları asla unutamıyor. Özellikle yaş kemale erdiğinde, anavatan özlemi daha ağır basıyor.  Şöyle dedelerimizi ve nenelerimizi bir anımsayalım. Bu güzel insanlar yaşamlarının son günlerini nerede geçirdi ve son nefeslerini nerede verdiler? Bir üstat şairin dediği gibi "O güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler". Evet binip gittiler ama unutulmamalıdır ki atlarına hep bu dünyaya gözlerini açtıkları topraklarda bindiler.

Bundan kısa bir süre önce internette Şiran ile ilgili fotoğrafları incelerken bir hemşerimin (Engin Tilkici) Şiran' da çekmiş olduğu bir kare beni oldukça etkiledi. Fotoğrafı çeken kişiyi tanımıyordum, o da beni tanımıyordu. İşin ilginç yanı geçen yıl ben de aynı kare fotoğrafı çekmeye çalışmıştım ancak o anda güneşin ters yönden gelmesinden, amatör fotoğrafçı olmamdan kısacası beceriksizliğimden dolayı istediğim netliği yakalayamamıştım. Bilgisayarımda o kareye her baktığımda kendime ne kadar kızdığımı anlatmama sanırım gerek yok. Şiran'a en kısa zamanda tekrar gidecek ve o kareyi tekrar çekecektim. Bunu kafama koymuştum. Ancak hemşerimin fotoğrafı tam benim istediğim fotoğraf karesiydi. Olamazdı, bu kadar tesadüf hiç mi hiç olamazdı. Ancak bir hayal gerçek olmuştu.

Fotoğraf karesi Sarıca köyünün girişindeki köy ve Tomara Şelalesinin tabelalarını içermekteydi. Bu yol çatı yıllar yılar öncesi Ankara'dan otobüsle gelince indiğimiz, Ankara' ya giderken ön tarafı burunlu, tavanında hoperlosu bulunan ve 45'lik plaklarından çıkan yanık türkülerin yazıya yayıldığı otobüsü beklediğimiz kavşaktı.  Bu bekleyişler bazen güneşin bazense yağmurun altında saatlerce sürerdi. Ankara' dan gelişte mutlaka tahta bavullarımız ve denklerimiz olurdu. Onların 12 km lik mesafedeki köye götürülme maceraları ise tam romanlıktı.  İşte ben o yol çatına her geldiğimde, o tabelaları her gördüğümde hatta aklımın ucundan Şiran geçtiğinde o çocukluk günlerime dönerim. Çocuk olurum, saflaşırım, ayaklarım titrer ve burnum akar. Alucra tarafından gelen makineleri gözlerim arar (O zamanlar otobüsler Tokat-Alucra güzergâhını kullanırlardı. Şimdi ise Erzincan-Kelkit güzergâhı kullanılmaktadır). Hoperlolarından ovaya bangır bangır türküler yankılanan, çapa yapan kızları görünce o havalı kornalarına dat dat diye basılan otobüsleri, çapa yapan kızların  çapa sapına tutunarak hüzünlü bakışlarını, imrenerek el sallamalarını gözlerim arar. Anacığımı aklıma gelir. Gelirde burnumun direkleri şöyle inceden bir sızılar. Şimdiki analar ve bacılar lütfen beni bağışlasınlar. O zamanlar analarımız çok ama çok ezildiler, eziyet çektiler, açlıklarını, yokluklarını, göz yaşlarını hep içlerine akıttılar. Bunların hiçbirini bizlere hissettirmediler. Evet ben annemin bir kez olsun ağladığını görmedim. Onun bu mücadeleci tavırları hep bana örnek oldu. O benim ilk ve öne önemli öğretmenimdi. Öyle bir öğretmendi ki kendi tabiriyle "elife mertek demesini bilen", okuma ve yazma bilmeyen bir öğretmendi.

Aslında yukarıda ben sadece kendi yaşamımdan kesitleri sizlerle paylaşmaya çalıştım. Ancak benim jenerasyondan olan hemşerilerimin hepsinin bu anlatılanlardan kendi yaşanmışlarını bulduklarına eminim. Bizler her birimiz bir yerde ama Gümüşhane hep içimizde.


Facebook Twitter Google+ LinkedIn Pinterest Addthis